KÖYLERİMİZİ BOŞALTMAYALIM


Dünya’da, bundan sonra insan yaşamından, devletler arasındaki ilişkilere kadar her şey Kovid-19 öncesi ve sonrası olarak değerlendirilecek. Hatta başladı bile diyebiliriz. Belki birçoğumuz farkında bile değiliz, izolasyon sonrasında her şeyin normale döneceğini bekliyoruz. Kendimizi ve çevremizi Kovid-19 sonrasına hazırlamamız gerekiyor.

Geçtiğimiz hafta bir TV kanalında, ülkemizin önemli ekonomist bilim adamlarından Prof. Dr. Kerem Alkin, Kovid-19 meselesini küresel gücün farklı projeleri üzerinden değerlendirdi. Bunlardan birisinde Kovid-19’u ABD’nin üçüncü Pearl Habor’u olarak tanımladı. Birincisi gerçek Pearl Habor, ikincisi 11 Eylül ve üçüncüsü Kovid-19. Sadece 11 Eylül sonrasını bile düşünsek, sanırım durum belirginleşir. Ayrıca Kerem Hoca’nın da belirttiği gibi, bana göre Türkiye Kovid sonrası kilit ülke olmaya devam edecek.

Küresel güç savaşlarının hangi projesini değerlendirirsek değerlendirelim, her şey illaki gelip tarıma dayanıyor. Çünkü insanların birincil önceliği aç kalmamak. İzolasyon amacıyla sokağa çıkma yasağı bahsi geçer geçmez, herkes marketlere akın ediyor. Hatta talan ediyorlar. Daha önceki birçok yazımda “tarımın stratejik bir sektör” olduğuna değinmiştim. Bu ifadeyi daha da çok duymaya devam edeceğiz. Çünkü, Dünya’da geleceğe dair öngörülerden birisi de küresel boyutta “gıda ve su krizi”dir.

Güçlü bir tarım sektörü ile sadece ülkemizi değil, gözü kulağı bizde olan kardeşlerimizin gıda güvenliğini sağlamış oluruz. Dolayısıyla güvenli ve kesintisiz gıda için tarım sektörümüzün güçlendirilmesi gerekiyor. Tarım konusunda Devletimizin yeterince tecrübeli olduğunu biliyoruz. Ancak istemeden veya iyi olur düşüncesi ile yanlış karar verilen, göz ardı edilen hususlardan hemen vazgeçmeliyiz.

Örneğin, şehirleşmenin yaygınlaşması ve insan yaşamına dair güzellikleri büyükşehirlerde topladıktan sonra “köylerimizi boşalttık.” Neden? Çünkü gençler şehir merkezlerine taşınıyorlar, şehirlerde yaşamak istiyorlar. Haklılar da… Ancak bunu tersine çevirmeliyiz.

Bunun sebeplerinden birisi eğitim sistemimiz. Prof. Dr. Lutfiye Özdemir “Kırsal Alanlarda Sürdürülebilir Kalkınma İçin Göçün Önlenmesinde Yaygın Formal Eğitim Önerisi: Bir Pilot Araştırma” isimli makalesinde, şuan hala sürdürülen eğitim sistemine atıfta bulunuyor. Makalede, göçlerin temel nedenlerinden birisi olarak “Köylerdeki okulların kapatılması sonucu uygulanan taşımalı eğitim sistemi” gösterilmiştir. Göçün tarım faaliyetlerini sekteye uğrattığı, kırsalda sürdürülebilir kalkınmayı engellediği de belirtilmiştir.

Liselerde yöre dışı tercihlerin de ayrıca değerlendirilmesi gerekiyor. 14-15 yaşlarındaki çocukların, ailelerinden çok uzaklarda okumalarını sağlamak da tarıma sekte vuruyor. Konunun sosyal boyutları aile yapılarının bozulması açısından da değerlendirilmesi gerekiyor.

Kırsal kesimin çocuklarına da kaliteli eğitimi götürebilmeliyiz. Örneğin Korkuteli İlçesi yerine Konya’yı tercih edip giden bir gencimize bu imkanı sağlamalıyız. Ve hatta daha genç dinamik bir öğretmen kadrosu ile bunu sağlayabiliriz. Bunun için de kırsal kesimde ve hatta ilçelerde öğretmen, doktor, hemşire ve benzeri devlet memurlarını tutabilmeliyiz. Bununla ilgili kanuni düzenlemeyi yapıp çalışılan yerde ikamet zorunluluğu getirilebilir.

Geçtiğimiz günlerde Tarım ve Orman Bakanımız Bekir Pakdemirli hazine arazilerinin çiftçilerin hizmetine sunulduğunu, ekilmeyen toprağın kalmaması gerektiğini söyledi. Buradan devletimizin Kovid-19 sonrasında tarım sektörünü güçlendirmek istediği anlaşılıyor.

O zaman yaşlanan tarımsal işgücü, tarlada çalışacak işçi yetersizliği, maliyetler, pazarlama sorunları gibi bir dizi zorlu sarmalın arasında kalan sektöre nefes aldırmalıyız.

Bunu yapmak için de eğitimden, ticarete, sosyal ve kültürel faaliyetlere kadar birçok konu yeniden ele alınmalıdır. Kopuk kopuk, bölge bölge, konu konu parçalar halinde planlama yapmak yerine, sektör bütün olarak detaylarına kadar ele alınmalıdır.

Seracılık sektörü gelişirken, tahıl üretimi arttırılmaya çalışılırken, mercimek, nohut ve benzeri ürünler ihmal edilmemelidir. Meyveciliği kendi haline bırakılıp 5 sene sonra sökülen bahçelerden oluşan sektör oluşturmamalıyız. Ekilmeyen toprak kalmasın derken, yeraltı sularını da düşünmeliyiz. Her isteyene su sondajı yaptırılmamalıdır. Malum susuzluk da öngörülen krizlerden birisi.

Boşalan köyler, tarımdan çekilen kesim için yeniden cazip hale getirilmelidir. Şehirlere gidip AVM’lerde sigorta+asgari ücretle çalışanlar, bunu rahatlıkla tarımdan kazanabilmeli ve hatta daha da fazlasını elde edebilmelidir.

Bütün gençlerimizi üniversite eğitimine yönlendirip hepsine iş verememek sanırım gelecek on yılların büyük sorunu olacak. Hatta tarım eğitimi alıp işsiz kalmak!!

Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) Yüksek İstişare Konseyi Başkanı yaptığı bir konuşmada “İthalata bağımlı hale gelmemek için tarımsal üretimi artırmak zorundayız. 80 milyonluk bir ülke olarak, Türkiye’nin gıda güvenliği ve güvenilirliğinden taviz vermesini kabul edemeyiz. Tarımı ihmal eden ülkeler geleceklerini tehlikeye atar. Biz ihmal etmeyelim. Tarıma, sanayileşme kadar önem vermek, yatırım yapmak durumundayız.” diyor.

Kovid-19 sonrası güvenli alanlarda yaşamak isteyenler, hobi bahçelerine sahip müstakil konutlar için köylere gidecekler. Bunlar üretim yapmayacaklar. Ya da….Artık uzatmayalım…

Bıraktığımız köylerimize bir gün dönecek adres bulamazsak bunun sorumlusunu kendimizde aramalıyız. Köylerimizde hayat var, köylerimizi boşaltmayalım.

Loading

Previous TARIM SEKTÖRÜNÜ AYAKTA TUTMAK ZORUNDAYIZ
Next TRT ANTALYA RADYOSU CANLI YAYIN